Defne’de 13 gün: Sesimi duyan var mı?



Deprem bölgesine ilk giden ekiplerden biri İnşaat-İş’ti. Deneyimlerini ve gözlemlerini bizlerle paylaştılar. İnşaat-İş Örgütlenme Sekreteri Yunus Özgür’le yaptığımız söyleşiyi yayınlıyoruz.


 

Deprem bölgesine ilk giden kurumlardan biriydiniz. Çok hızlı hareket ettiniz ve bildiğim kadarıyla o sabah harekete geçip ertesi gün orada oldunuz. Sizi bu kadar hızlı harekete geçiren temel etkenleri kısaca anlatsanız…

Yunus Özgür: Birincisi, İzmir depreminin ardından İnşaat İşçileri Sendikası olarak arama-kurtarma ekipleri kurmak gerektiğini düşündük, ona dönük çalışmalarımız oldu ama farklı yoğunluklardan devamını getiremedik. İzmir depremine üyelerimizi bölgede yönlendirdik ama merkezi olarak gitmemenin ezikliği de vardı aslında bizde sendika olarak…

İkinci mesele de, depremin bu kadar büyük olması, 10 ili kapsaması köylerle birlikte… İhtiyaç olacağını düşünerek, refleks olarak… zaten sabah erken öğrendik -saat 06:30-07:00 arası- sendikadan arkadaşlarla bir araya gelerek hemen gitme kararı aldık. Zaten hemen, öğleden sonra arabamızla hızla kooperatiften de, Dayanışma Yaşatır İşçi Kooperatifi’nden malzeme, erzak yükledik.

Orada işe yarayacak mı, onu da bilmiyorduk. Kuru bakliyat vardı, zeytin-meytin işe yarayacak mı yaramayacak mı onu da bilmeden… onları yükledik Ankara’ya gittik. Ankara’dan gönüllü olarak katılmak isteyen arkadaşlar vardı, sendikadan da arkadaşlarımız vardı. Onlar çok hızlı bir şekilde erzak, giysi, battaniye toplamışlar. Onları da alıp sabaha karşı Hatay’a doğru yola çıktık.

Hatay’a giderken yollarda engelle karşılaştınız mı ya da depremin yarattığı…

Yunus Özgür: Biz Hatay’a giderken hava koşulları kötüydü bayağı, özellikle Niğde-Konya arası… Konya çevresinde buzlanma vardı o yüzden çok yavaş gidebildik. Hatay’da yerelde arkadaşlarımız vardı İstanbul’da da Hatay’ı bilen arkadaşlar… Bize şey haberi geldi tek bir yerden de değil -basında da çıktı- Hatay girişini devletin kapattığı, geçişlere izin vermediği… Biz de farklı nasıl girebiliriz diye onu yereldeki arkadaşlara sorduk. Onlar bizi yönlendirdi, biraz tehlikeli oldu biraz geç de oldu, rahat 2-3 saat kaybettik. Farklı yoldan Hatay’a girdik.

Gönderdiğiniz videolarda dağdan kopan taşlar vardı geçtiğiniz yolda; yol çatlamış, ikiye ayrılmış… oralardan geçerek gittiniz. Samandağ tarafıydı değil mi?

Yunus Özgür: Evet, Samandağ’dı, tehlikeli bir yoldu yani.

Aslında ’99’da da böyle bir hafızamız var değil mi?

Yunus Özgür: Cezaevindeydim ben o sırada.

Defne: Her yer karanlık, her yer yıkıntı

O dönemde ilk refleks gösterenler olarak bizimkilerin, devrimcilerin, sol güçlerin böyle bir hafızası var. Peki deprem bölgesine gittiniz, orada ilk anda ne gördünüz, ne hissettiniz?

Yunus Özgür: Antakya’ya doğru giderken yıkıntıları görmeye başladık. Orada yerelden arkadaşımız vardı Defne ilçesinde, arkadaşın amcası göçük altındaydı, zaten vefat etti. Arkadaşın yanına gittik. Zaten her taraf karanlık, her tarafta yıkıntılar var. Ne yapabiliriz? Biz de ilk defa deprem bölgesine gittik aslında. İlk etapta biraz şey oldu; göçüklerden insan kurtarmak… ilk hedefimiz oydu zaten. Ha orada koordinasyon yok zaten, gönüllüler vardı her tarafta… Bizim en azından bulunduğumuz bölgede İstanbul İtfaiyesi, Soğanlık Yakacık İtfaiyesi’nden işçi arkadaşlar vardı. İlk girdiğimizde ne yapacağını da bilmiyorsun çok, her tarafı yıkıntı, insanlar kazma kürekle geziyor… TİP’li dostları gördük onlar bir ekipti, konuştuk. Onların arama kurtarma şeyi vardı, kaba da olsa vardı, uğraşıyorlardı. Onlarla birlikte çalışmaya başladık kim ne yapabildiyse artık… Daha sonra Soğanlık İtfaiyesi’yle birlikte çalışmaya karar verdik.

Suriyeli Muhammed

O gece Muhammed diye bir çocuğu çıkardınız değil mi?

Yunus Özgür: Evet, itfaiyeyle ve dostlarla birlikte Muhammed adında 1,5 yaşında Suriyeli bir çocuğu kurtardık. Göçükteydi, sıkışmıştı. Babası annesi mesela alt taraftaydı. Onlar ufak görünüyordu, onlar ölmüştü. Abisi vardı Muhammed’in onu çıkardık. Ondan sonra biz itfaiye ile birlikte çalışmaya karar verdik. İtfaiyenin de ihtiyacı vardı, çünkü adamlar perişandı, vardiyalı çalışıyorlar

Muhammed çıkarılınca ne hissettiniz?

Yunus Özgür: Seviniyorsun, çok mutlu oluyorsun, bir işe yaradığını biliyorsun… o yani. Çünkü şöyle bir şey değil orda. İki enkaz var, çıkaralım… Ooo ne güzel, hadi başka tarafa geçelim, iki-üç kişi daha var değil.

Sesimi duyan var mı?

Yunus Özgür: Binlerce enkaz var ve kurtarılmayı bekleyen on binlerce insan olduğu için çok şey yapamıyorsun Çıkarıyorsun, ambulansa veriyorsun, devam… Sonra Soğanlık-Yakacık’taki itfaiye ile birlikte çalışmaya başladık. Onlar gerçekten çok fazla, hani iki vardiya yapıyorlardı gündüz geliyorlardı sabaha kadar, sabah öbür vardiya şeklinde… Ama enkazın ilk günleri olduğu için göçükte kalan ailelerinden çok fazla insan gelip gidiyor “burada da var burada da var”… İtfaiye erleri koşturuyor. Gönüllülere de çok ihtiyaç yok.

Başta biz çok çekingen davrandık. Hani, bir işe yarar mıyız, ama adamlar görev veriyordu. Çünkü kendileri de çok yoruldu. Ses dinlemeye bile bizi gönderiyorlardı. “Bakın, var mı gerçekten ses. Makineyi getir şunu çek yukarıda, enkazda…” Yani onların kontrolünde eğitim aldık, onların kontrolünde bir şeyler yaptık.

3. günün akşamı itfaiye ekipleri bizim arama-kurtarma yaptığımız sokak var Uğur Mumcu Sokağı’ydı galiba. Orada itfaiye şefi, “son kez bir ses taraması yapacağız” dedi. Ses taraması denilen şu: Herhangi bir makine, alet yok. “Sesimi duyan var mı” diye tek tek binaları dinleyip bırakmak şeklinde. Çünkü itfaiyenin de elinde araç olarak ne vardı? İtfaiyenin elinde de aslında hilti,  kazma kürek, demir kesme makası…

Başka teknik donanımları yok…

Yunus Özgür: Teknik donanımları yok. Tamam, hiltiyi çalıştırmak için jeneratör gerekiyor, hepsi bu. İtfaiyenin elinde de öyle, ince arama yapmak veya ses aldığını kesin kurtarma garantisi yok. İtfaiyeyle bir yere gitmiştik, bir ceset çıktı, çıkarmadık bıraktık tabii cesedi. Karışılmıyor. Alttan ses geliyor, biraz kaldık orada, çıkarmaya çalıştık. İtfaiyeden arkadaşlar sonra şey dediler: “Biz çıkaramayız.” Şu açıdan da çok tehlikeliydi. Kurtaranların can güvenliği açısından da çok tehlikeli bir yerdi. Orada vinç olup yukardan tutup yürünmesi gerekti. Yani ses geldiği halde alet olmadığı için bırakmak zorunda kaldık.

Vinç, devletin teknik donanımı falan bildiğim kadarıyla hiç ortada yoktu…

Yunus Özgür: Biz aramadan, yani seslenmelerden sonra itfaiye erleri “bizden bu kadar” dedi. 3 gündür esas, 4. gün opsiyondur canlı çıkan; 5. gün, 6. gün, 7 ve 8. gün istisnadır çıkarılan, öyle de oldu zaten yani mucize olarak nitelendirildi. Çıkan insanlar oldu.

AKUT’tan insanlar, bizim sonradan gelen İnşaat-İş ekibi de 6. günden sonra mesela canlı çıkardık. İtfaiye şefiyle konuştuk, “ne yapacaksın” dedik. Son tarama yapıp çıkacağız, zaten dozerler, kepçeler de ufak ufak girmeye başlamıştı. Ama şöyle girmeye başlamıştı, kimin imkanı varsa, depremzedenin imkanı var, getirtiyor, kendi yaptırıyor veya gönüllü olarak yani kepçe operatörü gelmiş onu çağırıyor o çalışıyor ölülerini çıkarmak için…

Hepsi gönüllülerle…

Yunus Özgür: Gönüllüler, hepsi gönüllüler… İtfaiyeciler de gidince itfaiye erleri şey demişti, yani 4. gün bundan sonra enkaz kaldırılır esas olarak, ölülerin bir kısmı çıkar bir kısmı da molozla birlikte gider… Düzensiz yapılınca bu iş böyledir, dedi. Düzensiz yapmazsan böyle olur, öyle de oldu zaten.

Ondan sonra biz sendika olarak Defne Meydanı’nın alt tarafında ufak bir park vardı oraya gidip yerleştik. Kimse yoktu zaten, yoldan geçen tek tük depremzedeler vardı, orada kooperatifimizin malzemeleri çıkardık. Toplu erzak, baldır pekmezdir… onları parka dizmeye başladık, azdı zaten. İnsanlar gelmeye başladı, ihtiyacı olan almaya almaya başladı. Ondan sonrasında bir olanak sayesinde 2-3 araba, ufak kamyonet tarzı erzak geldi bize.

Ekmek arası kaşar

Yani size dayanışma desteği geldi…

Yunus Özgür: Evet, dayanışma geldi. Onların gelmesiyle orayı biz yaşam alanına çevirmeye başladık, insanlar da gelmeye başladı. Bir düzen oturttuk; giysiler, bebek bezleri, ilaçlar, erzak… 4. gün bir sistem oturtmuştuk. İnsanlar da gelip gidiyordu oraya, çünkü orada dağıtım olduğunu, ihtiyacın karşılandığını gördüler. O bölgedeki depremzedeler de gelip gitmeye başlamıştı. Orada depremzedelerle sohbet ettikçe elzem olan ihtiyaçlar, mesela çocuk maması yapmak için küçük tüp, iç çamaşır… özellikle bunlar çok istendi, soba… Bunları bize gelen dayanışma paralarıyla, Adana’dan arkadaşlarımız vardı, onlar aracılığıyla getirttik. Onlar çok iyi oldu. Mesela küçük tüp, 200’den fazla tüp geldi. Çocuklu olanlara, mama yapmak isteyenlere tüp veriyorduk. Mesela ilk etapta soba azdı,  çocuğu olanlara, yaşlı olanlara veya daha proteini bol olan dardanel ton gibi şeyleri yaşlılara özellikle, sütleri, meyve sularını çocuklara, hamile kadınlara özellikle veriyorduk. Özen gösteriyorduk bunlara.

4. gün öğleden sonra biz orada bir sistem oturttuk. O güne kadar hiçbir devlet yetkilisini görmedik, hiç! Bizim bölgemizde gördüğümüz kadarıyla bir tek İstanbul’dan gelen itfaiyeciler. Biz gittiğimizde Antalya Büyükşehir aşevi tarzında çadır kurmuştu Defne Meydanı’na, ciddi desteği oldu. İtfaiyeciler de orada yiyip içiyordu, yaşlılar, çocuklu olanlar… Çadır dediğim 10-15 tane çadır, büyük çadırlar. Bir çadırda 40-50 kişi kalıyor. 4. gün öğleden sonra ilk defa biz devleti gördük, asker geldi. Biz şey dedik, ‘Hah devlet geldi, ilk işi gönüllüleri buradan süpürmek olacak’ diye düşündük. Askerle sonra ilişkilerimiz farklılaştı. Şöyle diyeyim, askerler geldiğinde zaten erzakları yoktu, yani hazırlıksız. 43 saat yolculuk yapmışlar ve geldiklerinde son güne kadar -2 gün zaten bizim de yediğimiz oydu- ekmek arası kaşar gelmişti bize bol miktarda. Askerler çekinerek bizden istiyorlar: “Yiyebilir miyiz?” Çünkü onların da erzağı yok. Askerle birlikte bir de TIR gelmişti. AFAD’ın tüm çadırlarını askerler kurdu. AFAD’dan hiçbir yetkili görmedik biz kurduğumuz yaşam alanında. Sonra orası bir merkez haline gelmeye başladı.

Ahıskalı Türkler

Yunus Özgür: Yine gönüllü bir dernek vardı, Ahıskalı Türkler, yanılmıyorsam onlar da yemek için bizim oraya kurdular. Valilikten izin istemişler valilik izin vermemiş. AFAD’a gitmişler, iyi birini bulmuşlar -öyle anlatıyorlar, izin vermiyorlar diye anlatıyorlar- kadının biri mühürlemiş, “ne yaparsanız yapın” demiş öyle çıkmışlar ve Hatay’da kuracak yer bulamamışlar. En son bizim buraya tesadüf geliyorlar. Onlar da öğlen ve akşam yemeği vermeye başladı. Burada doğal bir şey gelişti. Çadırlar kurulunca aileler çadırlara gelmeye başladı, asker çadırlara yerleştirdi öncelik sonralık sırası yaparak. Çocuklu, yaşlı olanlara öncelik vererek… Doğal bir işbölümü de gelişti orada. Tüm organizasyonundan, gıdaların gelişi, odun, su, giysi… bunların organizasyonundan biz sorumluyduk, İnşaat İşçileri Sendikası. Zaten önlüklerimizi giydik, pankartımızı astık.

Yemekten diğer gönüllü arkadaşlar, Ahıskalı Türkler sorumluydu. Ama biz onlara da yardım ediyorduk. Yemek çünkü çok zor bir işti. Askerler de daha çok şey güvenlik sağlıyordu, kampın güvenliğini de sağlıyorlardı, devriyeye çıkıyorlardı, hırsızlık olayları vardı. TIR geldiğinde biz askerlere söylüyorduk askerler indiriyordu. 150 civarında asker vardı. Biz o TIR’ı 3 günde boşaltırız, askerler bir günde boşaltıyordu. Sonra zaten bulunduğumuz yaşam alanı bir dağıtım noktası da olmaya başladı, kimi köylere erzak gönderdik kendi olanaklarımızla, köylerden arabayla gelen depremzedeler oluyordu onlara topluca erzak veriyorduk oradan.  Kaymakamlık vardı üzerimizde orada bir yaşam alanı gibi yapmışlar ve oradan kaymakamlıktan bize geliyorlardı erzak almak için… Kimi erzakları eksik oluyordu, ‘sizde var mı fazla’ diye geliyorlardı. Veya farklı yaşam alanlarından bize erzak geliyordu yani paylaşım da vardı. TKP’de elinde fazla olanı bize gönderiyor veya KESK’in erzağı fazla oluyor ‘şundan fazla bizde, istiyor musunuz’ diye bize gönderiyor. Bizde fazla olduğu zaman biz başka yere götürüyoruz, öyle bir şey de vardı. Organizasyon doğaldı, zaten bizim 5. gün…

Orada bir şey sorayım mı, mesela askerler ve Ahıskalı Türkler geldi, bu kendiliğinden gelişen bir şeydi ama sonra müdahale etmediler, tam tersine sizinle başka bir ilişki, beklenmeyen bir ilişki kurdular, bunu nasıl sağladınız?

Yunus Özgür: Bunu nasıl sağladık. Bir, oradaki emeği görüyor aslında. İki, asker geldi ama devlet gelmedi.

Yani inisiyatifsiz askerler bunlar…

Yunus Özgür: Hırsızlığı önlemek için devriye gezin demişler, askerin görevi buydu. Askerlerle de konuştuk, bize söylenen buydu.  Ama orada askerin de gördüğü şey şuydu. Biz orada bir sistem kurduk, tüm arkadaşların büyük emeği vardı. Askerler, yani komutanlar şunu söyledi bize en son: Biz oturuyoruz, oturduk mu utanıyoruz siz hep çalışıyorsunuz. Biz oturmaya utanıyoruz. Hatta sonra askerler kendi aralarında para toplamışlar ve İnşaat-İş’e getirdiler. Şunu söylediler: “Çok emeğiniz var ve size güveniyoruz. Bunu depremzedelerimize harcayacağınıza güveniyoruz.” Parayı bize teslim ediyor. Kaymakamlığa, şuraya buraya götürmüyor yani…  Veya yine bir komutan nişanlısı gönüllü  olarak geliyor oraya ne yapabilirim, diye… Gelip bize teslim ediyor nişanlısını. “Size güveniyoruz, sizle birlikte çalışabilir mi”

Bunlar sizin siyasal görüşünüzü dünya görüşünüzü biliyorlar değil mi?

Yunus Özgür: Tabii… Biz zaten şunun altını çiziyorduk. İnşaat-İş önlüklerimiz var, “Dayanışma Yaşatır” kooperatifi, ama özellikle şunu söylüyorduk: Biz sol düşünceliyiz, dünya görüşümüz bu bizim. Veya Ahıskalı Türklere… Evet, devletçi, içlerinde bir kısmı gerçekten çok devletçi, gerici özelliklere sahip ama bize çok saygı duyuyorlardı.

Yemek sırasında “hayır” diyorlardı, “siz öne gelin, sıraya girmeyin…” Bize daha fazla veriyorlardı ortak iş yapıyorduk “sizin gibi insanları tanımadık biz” diyorlardı. Orada aslında herkesin emek, görmesi üzerinden, çıkarsız emek…

Büyük bir acının…

Yunus Özgür: Evet acı var, oradan gelen bir şey.

Hiç gerilim yaşadınız mı?

Yunus Özgür: Asker veya şeylerle mi? Hiç gerilim yaşamadık, hiç yaşamadık. Şöyle işliyordu aslında biraz, yani komutanlar şunu söylüyordu askerleri toplayıp, bizi gösteriyordu gönüllüler olarak: “Bu arkadaşlar ne derse hemen yapacaksın!” Taşıma işi şu-bu. Ama biz yine de dikkat ediyorduk mesela TIR geleceği zaman komutana gidip, “TIR gelecek 1-2 saat sonra askerlerle taşıyalım”, hemen veriyordu.  Kendileri de çalışıyordu komutanlar, biraz da vicdan meselesi aslında. Ağır işlere mesela komutanlar, özellikle odun taşıma işine komutanlar da katılıyordu.

Biraz sizi izlemekle ilgili…

Yunus Özgür: O da var, evet o da var. Vicdani yönü de var… Evet, ilginç bir deneyim. Aslında diğer çadırlarda da bu askerler o erzaksızlık nedeniyle kalmışlar…

SODAP’lı arkadaşlarımız vardı bizim az ileride, 300-400 metre ileride onların ufak yaşam alanı vardı. Onlara gidiyorduk ziyarete bazen, onlar bize geliyordu. Onlar da aynı şeyi söylüyordu zaten. Yani şimdi asker geliyor, çay veriyoruz, yemek veriyoruz. Burda “ya yok, vermem” değil yani…

Ama ne kadar hazırlıksız ve organizasyonsuz olduğunu gösteriyor değil mi? Yani kumanyaları bile yok.

Yunus Özgür: Kumanyaları bile yok, asker öfkeliydiler. Öfkeliydi, çünkü bir çoğu gönüllü olarak gelmek istemiş, hayır, emir çıkmadı. Veya 43 saat yolculuk, buna öfkeliler, neden trenle gönderildik… Şöyle ki devletin, -her şeyi geçtim- asker bile gelseydi ilk etapta hani arama kurtarma şeyini geçtim, çok fazla insan kurtarılırdı, ya çok fazla!..

Sonra siz arama çalışmalarına…

Yunus Özgür: Sonra biz İstanbul’dan, zaten İzmir depreminden sonra İstanbul’dan İnşaat işçilerine bizim yönetime sendikadan, arkadaş aradı, onların da gelmek istediğini söyledi. Biz de gelin dedik, onlar üç kişi yola çıktı. Yani tüm ekipman da vardı, yani termal kamera profesyonel ses dinleme, jeneratör, hilti bir arabaya yükleyip geldiler. 4. günüydü akşam geldiler, askerin geldiği akşam. Ekip gelince aslında bizim ekip arama ekibiydi kurtarma değil. Yani canlı tespit edip kurtarılmasını sağlamak. İnşaat İşçileri Sendikası Arama Kurtarma Ekibi gelince, bir saat sonra hemen ihbar geldi. Askerlerle birlikte, askerler yolları açtı gittik. İlk şeyde canlı bulamadık. Ondan sonra özellikle o ekibimiz sürekli sahadaydı, çok yoğundu, çünkü

Yani bütün enkazları dolaştı o bölgede...

Yunus Özgür: Bayağı dolaştı, çünkü arama kurtarma ekiplerinde ne termal kamera vardı ne yine cihazı vardı çünkü bir süre sonra -şimdi yazılardan okuduğum kadarıyla öğreniyorum- ilk enkazda tamam girersin, hiltilerle şunlan bunlan kurtarırsın, ikinci aşama köpek varsa canlı var mı diye, 3. aşamada ses ve termalleri kullanarak canlı tespit etmek. Bizim arkadaşlar tam zamanında gelmiş oldu.

Siz o teçhizatları İzmir depreminden sonra mı edindiniz?

Yunus Özgür: İzmir’de depremden sonra elimizde vardı zaten, inşaat malzemesi bunlar aynı zamanda, yönetimde olan arkadaşımız, “bunlar bu işe de yarar” demişti. Yarıyor. Hakikaten öyleymiş yani… Gerçi biliyorduk, İzmir depreminden sonra bu işe yaradığını biliyorduk biz. Ama gözümüzde büyütüyorduk, daha profesyonel aletler vardır diye düşünüyordu. Ama mesela orada AKUT’tan arkadaşlarla bir süre çalıştık, bizi çağırıyorlardı sürekli, AKUT’taki arkadaşlar bile bizim elimizdeki makinelerin fotoğrafını çekti, markalarını aldı, “biz de bundan kullanalım, bunlar iyiymiş” dedi.

AKUT orada sizinle bir işbirliğine de girdi galiba?

Yunus Özgür: Orada AKUT’la bayağı yakındık. Bir yerde biz tespit ettik çıkarmasını AKUT yaptı. Bir kişi tespit etmiştik iki kişi, bir de kedi çıktı o enkazdan. AKUT’tan oradaki yetkililer, en azından bizim çalıştığımız ekip telefonlarını verdiler. Bundan sonra  ne yapabiliriz birlikte, taleplerimiz de oldu geldikten sonra. Kurtarma tekniği öğrenmek istediğimiz söyledik. Hengame bitsin, merkezi toplantıları varmış Mart’ta, bunları gündeme getireceklerini söylediler. Bizim profesyonel kurtarma eğitimine ihtiyacımız var, aramada sıkıntı yok, onu yapabiliyoruz. Kurtarma bilgisi almak anlamında onlar görüştüklerini söylediler.

Kurtarma çalışmaları sırasında bayağı bir canlı tespit ettiniz siz, öyle biliyorum…

Yunus Özgür: Altı kişi, altı kişi kurtarıldı, cihazlarımızla kurtarılan altı kişi vardı.

Sonra sizi arayan aileler de oldu galiba çıkarılanlardan…

Yunus Özgür: Evet telefonunu aldığımız bir aile vardı Odabaşı Mahallesi’nde, alt tarafımızda bizim, oradan iki kişi çıkardık. Termal kamerayla yüz tespit etmiştik orada, iki kişi çıkmış, aradılar teşekkür ettiler. AKUT’a dönecek olursam, AKUT’la sonrasında görüştüm telefonla. AKUT’tan arkadaşlar, toplantıda görüşeceklerini özel olarak ama onun dışında böylesi bir afet anında İnşaat-İş’ten iki kişi yanımızda bizimle birlikte çalışabilirler dediler. AKUT aslında afet bölgesine eğitim görmeden insan götürmemek gerektiğini söylüyor. Çünkü hem enkaz altındakini tehlikeye sokarsın hem kendini tehlikeye sokarsın. Orada biraz sahada da gördük. Çünkü inşaatçıların zaten maden işçisi gibi doğal bir deneyimi var.

Peki, inşaat işçilerinden, yani üyelerinizden oraya gelme talebi oldu mu ya da dayanışma için…

Yunus Özgür: Oradan gönüllü arkadaşlar oldu, gelip İnşaat-İş’le çalışmak isteyen depremzedelerden gönüllü olanlar oldu; yardım da ettiler, çalıştılar da. Bizim arama kurtarma ekibi üç kişilikti. 8 kişiyle gidiyorlardı, gönüllü arkadaşlar vardı. Önlüğümüzü giyip gidiyorlardı. Veya biz yaşam alanının organizasyonu gerçekten çok zordu. Sürekli orada kalan üç-dört arkadaştı ama orada da gönüllü olan, dışardan gelip bizle birlikte çalışmak isteyen Antalya’dan gelen arkadaşlar vardı. Ankara’dan gelen arkadaşlar vardı, İzmir’den gelen arkadaşlar vardı gönüllü olarak çalışan arkadaşlar oldu.

Sonuçta grubunuz galiba on kişiyi falan buldu…

Yunus Özgür: Dönem dönem fazla da oluyordu, çünkü depremzedelerden gönüllü olarak çalışanlar oluyordu, bir kısmı tanıdığımız insanlar, Ankara’dan, İzmir’den gönüllü olarak gelenler. Onun dışında tanımadığımız insanlar vardı. Antalya’dan insanlar geldi mesela bizimle birlikte çalıştılar gönüllü olarak.

İşçilerden arayanlar oldu mu peki?

Yunus Özgür: İşçilerden oldu ama ilk etapta bizim orda, mesela bir 40 kişilik OYAK Sitesi’nden Ankara’dan, inşaattan bir ekip aradı, bizim üyelerimizmiş gelmek istediklerini gönüllü olarak ama paralarının olmadığını, imkanlarının olmadığını söylediler. Bizim de o esnada imkanımız yoktu, onları getirecek/getirtecek… Bir de sen orada nasıl idame edeceksin?.. Yani üç-dört kişiyken bile dışarıda yatıyorduk; uyku tulumu vardı, battaniyelere sarınıyorduk, arabada yatıyorduk… öyle bir durum vardı. Hem olanak yoktu hem de getirdiğimizde nerede idame ederiz?.. 40 kişinin doyurulması da ciddi bir şey. Çok ciddi bir güç aslında.

Bildiğim kadarıyla nakdi yardımda da bulundular inşaat işçileri, üyeleriniz…

Yunus Özgür: Üyelerimiz bulundu, birçok yerden parasal yardımda bulunuldu. Tanımadığımız insanlar tarafından da, ismini görüyoruz, tanımıyoruz ama, çok fazla insan da, üyelerimizden de hani beklediğimizin üzerinde üyelerimizden… Hatta biz, “ya siz çok yoksulsunuz, göndermeyin” dediğimiz halde gönderdi üyelerimiz.

Mesela bizim EMAAR Şantiyesi’nde tanıştığımız, direniş yaptığımız, sonra da sürekli görüştüğümüz bir arkadaşımız vardı, evinden atıldı parası olmadığı için. Şimdi Ümraniye’de yeğenleriyle kalıyor, o bile… “gönderme” dedik. Çünkü durumu çok kötü, o bile bir milyar lira gönderdi, onlar çok değerli. Yurtdışından arkadaşlarımız para gönderdi. Onun dışında yurtdışından enternasyonal dayanışma anlamında gruplar, dernekler, köy dernekleri erzak gönderdi, para gönderdi, nakit para gönderdi orada harcanması için. Tabii onlar elimizi çok rahatlattı.

Yani bayağı bir şey aldınız, gıda malzemesi aldınız…

Yunus Özgür: Adana’da arkadaşlarımız olduğu için, bir kısmımızın aileleri Adana’da yaşadığı için onlara sipariş verip getirdik… Sağlanması zor şeyler bunlar, çünkü orada zaten deprem bölgesinde para yok, para geçmiyor. İsterse cebinde nakit 100 milyar olsun tek kuruş alamazsın. Dışardan getirteceksin.

Her şey durmuştu… Orada aslında çok yoğun ve biraz da yaşayıp öğrenerek sürekli örgütleyen bir süreç yaşamışsınız. Peki oradan ayrılmak da güç olmuştur muhtemelen. Ama hangi deneyim ve birikimlerle de ayrıldınız? Oradan geldikten sonra burada neler hissettiniz, önününe hangi hedefleri koydunuz?

Yunus Özgür: Depremzedeleri görüyorsun veya enkazlara gidiyorsun, bir sürü şey görüyorsun, yaşıyorsun ama orada kurtarılacak insanlar var, enkazlar var, psikolojik olarak çok kötü olan insanlar var… Yani insanlar her şeyini kaybetmiş, ailesini kaybetmiş orda şey yapamıyorsun, “tüh” dediğin, “bu kadar mı” dediğin şeyler var ama orada çok hissetmiyorsun. Biz İstanbul’a gelince biraz daha şey farkettik. Nasıl diyeyim, etkisini… Çünkü orada hep hareket halindesin ve bir şeyler yapıyorsun, yaşam alanında temizlik yapıyorsun, depremzedeler geliyor onlarla ilgileniyorsun, enkaza gidiyorsun, oradan oraya koşturuyorsun onun farkında olmuyorsun; enkazdan çıkınca, gelince o ağırlık çöküyor, çok büyük olduğunu, etkilendiğinin farkına varıyorsun

Bir de İstanbul’daki insanların psikolojisi…

Yunus Özgür: Tabii, buradaki insanları biz daha kötü gördük mesela… Geldiğimizde psikolojik olarak insanları çok kötü gördük, nedeni de tek başına beklenen İstanbul depremi değil. Şunu da gördük mesela, muazzam bir dayanışma; her kesimden, yani hiç beklemeyeceğin gruplardan, insanlardan en azından İstanbul’da gördüğümüz muazzam bir dayanışma sergilendi. TIR’larla… yani bunların hepsi kişilerin şey yaptığı dayanışma adımları…

Peki İstanbul’da, yani o deprem aynı zamanda İstanbul’da da beklenen bir deprem. Ve siz bildiğim kadarıyla, yanu şu anda kendi üyelerinizden başlayarak, oradan da çıkardığınız sonuçlarla -daha önce İzmir depreminden sonra yapmayı düşündüğünüz, pandemi ve başka şeylerin girmesi nedeniyle yapamadığınız o çalışmayı şimdi yapmak istiyorsunuz.

İstanbul depremine hazırlık

Yunus Özgür: Evet, yapmak istiyoruz, birincisi İstanbul meselesi, yani İstanbul’da en azından uzmanların 7 üzerinde bir deprem olduğu zaman devlet bile giremez. Devlet şeye girebilirdi, 10 ile çok rahat girebilirdi, ama devlet yoktu. Biz bizeydik, ne yaptıysak gönüllüler üzerinden yapıldı. İstanbul’da da bu böyle olacak. Ki çok daha büyük bir deprem olacak. Ki şunu gördük biraz da, ölümü hep kendi dışında görürsün ya -kendine yakıştıramazsın, arkadaşlarına yakıştıramazsın- ama orada şey gördük, ailesi olan, yaşamları olan herkesin bir kalbi var. Burada da böyle olacak. Bizim de başımıza gelecek. İzmir depreminden sonra ufak ufak adımlarını atmaya çalıştığımız, ama kimi olanaksızlıklar ve pandeminin araya girmesi bizim çalışmalarımızı da flulaştırdı, ötelemeyi getirdi ama bu deprem hatırlattı bize bunu yeniden: “Abi bu iş böyle değil, biz bizeyiz, ne yaparsak o olacak…”

Şu anda onun çalışmalarını, -yarım kalan diyeyim-, arama-kurtarma ekipleri oluşturmak, inşaat işçilerinden çekirdek profesyonel bir ekip çıkarma, bu anlamda profesyonel alet edevatın ne kadar önemli olduğunu gördük orada. Bunların mahallelerde yaygınlaştırılması, en azından bunu kendi mahallelerimizde ilk yardım eğitimini, kaba da olsa arama-kurtarma, bunun eğitimini verme gibi şeylere yöneliyoruz.

O eğitim içerisinde aynı zamanda deprem sonrasında ordaki hayatı örgütlemeye…

Yunus Özgür: Şöyle söyleyeyim, ikili bir şey… Bir, deprem olduğunda sağ kalanlarımız için arama kurtarma, ve aynı zamanda depremden sonra -biz bunu Defne’de de gördük- İstanbul için bu çok daha derin olacak. İkinci bir şey, depremden sağ çıkanların yaşam mücadelesi… Çünkü uzmanlar şunu söylüyor: İstanbul depreminde ölenler şanslı olacak, kalanlar esas zorluk çekecek. Yaşamı örgütleme anlamında da hazırlıklarımız var. Kimi mahallelere konteyner getirtme gibi, erzak, mahalleliyle birlikte onları yapmaya çalışıyoruz. Lojistik noktaları oluşturmaya çalışıyoruz.

Bunu sadece İstanbul’da değil, bildiğim kadarıyla Ankara, İzmir…

Yunus Özgür: Arama kurtarma ekiplerini tek başına İstanbul olarak düşünmüyoruz. Ankara, İzmir, Adana da var.

Ayrıca Kontrol Et

Edebiyat ve Sanat Işığında Filistin ve Direnişi Konuşuyoruz Etkinliği Gerçekleştirildi

Filistin direnişi ve sanatının önemli isimleri Gassan Kanafani ve Mahmut Derviş üzerinden Filistin direnişi konuşuldu.